Üniversite adayları ve lise öğrencileri için >>>
Bilgisayar başında uzun süre oturduktan sonra kalkıp kendime bir çay koyayım diye mutfağa geçiyordum. O sırada, evimizin yakınındaki okulun müdürü yine mikrofonu eline aldı, çocuklara topa çok yükseklere ve çok güçlü vurmamalarını tembihledi. Çünkü bahçenin dışına top kaçınca sorun olabiliyordu…
İşte o an bu satırları yazmak aklıma geldi:
Eğer top olmasaydı okullar çok (ya da çok daha) sıkıcı olurdu.
Bu genellemede haksız bulmayacağınızı biliyorum. Az sayıda okul sıkıcı değildir ya da her okulda az sayıda öğrenci okulda sıkılmıyordur.
Tablet değil, akıllı değil, dijital hiç değil… Bu basit nesne, Türkiye’nin eğitim-öğretim yapısındaki en etkili araçlardan biri. Anaokulundan liseye kadar top, öğrencilerin gelişimine sessiz sedasız ama derinden eşlik ediyor. Sınıfta, koridorda, bahçede… Teneffüs zili çaldığında mekân bir anda topla birlikte oyuna dönüşüyor. Top, tartışmasız bir şekilde “top star” oluyor.
Sadece erkek öğrenciler ve futbol değil; kızlar da topla oynanan oyunlarda en az erkekler kadar yer alıyor. Özellikle voleybol gibi takım sporlarında elde edilen başarılar, sadece bir oyunun ötesine geçerek onlara özgüven, takım ruhu ve disiplin kazandırıyor. Hatta yurt sevgisi aşılıyor. Bu başarılar, öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimine paha biçilmez katkılar sunuyor.
Okul dışındaki serbest zamanlarında da top, çocukların vazgeçilmezi. Sokaklarda, parklarda, (kaldıysa benim çocukluğumdaki gibi boş arazilerde) top peşinde koşarken çocuklar farkında olmadan problem çözme, iş birliği yapma ve liderlik gibi hayat boyu ihtiyaç duyacakları becerileri öğreniyorlar. Hele sosyal-duygusal öğrenme becerileri ve 21. yüzyıl becerileri gibi çağdaş insanın yetişmesi için topun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Top, bu anlamda sadece bir spor aracı değil, aynı zamanda sosyal ve duygusal gelişimi destekleyen evrensel bir öğretmendir. Öğrenciler topu takip ederken aynı zamanda kurallara uymayı, kaybetmeyi kabullenmeyi, kazanmanın coşkusunu paylaşmayı ve en önemlisi de takım olmanın değerini deneyimliyorlar. Bu deneyimler, akademik dersler kadar, hatta belki de onlardan daha fazla, gerçek hayata hazırlayıcı nitelikte.
Ha, 5 yaşından bu yana formel eğitimin içinde biri olarak söyleyeyim: Top kadar faydalı olmayan, sadece “öğretmenlik yapan” çok insan var. Ki bunların çoğu “topunuzu keserim” tehdidinde bulunan, topumuzu patlatan kimselerdi.
“Tek rakibim top” deme noktasına varmadan, topu ve sağladığı eğitim fırsatlarını düşününce, kendimize rol model alabiliriz diye düşünüyorum.
Ortaokul Yılları: Geleceğin Anahtarı Sadece Akademik Başarı Değil, Sosyal-Duygusal Gelişimdir.
Başarılı sonuçlar… İster sınav sonucu olsun ister huzurlu bir aile yaşamı, ister parlak bir kariyer… Hepimiz biliyoruz ki hayatımızda bir şeyleri yukarı taşıyan önemli bir kaldıraç iyi eğitim. Ama bir yanılgıya düşmemek lazım: Eğitimi sadece sınav başarısıyla sınırlarsak yanılırız. Çünkü yüksek test puanları, hayatta her şeyin yolunda gideceği anlamına gelmez.
Ama şunu biliyoruz: Sosyal-duygusal becerileri gelişmiş bir insanın, ailesinde de mesleğinde de daha mutlu ve başarılı olduğu defalarca araştırmalarla kanıtlandı.
Bir öğrenci için de durum farklı değil. Çalışmalar, sosyal ve duygusal açıdan güçlü olan öğrencilerin ders başarısının da yüksek olduğunu söylüyor. Bu şaşırtıcı değil aslında. Çünkü sosyal-duygusal beceriler dediğimiz şeyin içinde neler var? Duygularını yönetmek, arkadaşına gerektiğinde “hayır” diyebilmek, sorumlu karar almak, yaptığı seçimin sonucunu üstlenmek… Bunların hepsi zaten ders başarısına da hizmet ediyor.
Biraz daha yakından bakalım:
Sebat etmek, yani zorlandığında pes etmemek.
Dayanıklılık, yani düştüğünde tekrar ayağa kalkmak.
Uzun vadeli hedefler koymak ve onları küçük adımlarla takip etmek.
Haz erteleyebilmek, yani o anda cazip gelen ekranlara, oyunlara “dur” diyebilmek.
Bunların hepsi sosyal-duygusal becerilerle ilgili. Ve bunlar olmadan kalıcı akademik başarı mümkün değil.
Sosyal Beceriler Neden Bu Kadar Önemli?
Uzun yıllar boyunca akademik başarı sadece “IQ” ya da bilişsel kapasiteyle ilişkilendirilirdi. Ancak araştırmalar gösteriyor ki, öğrencinin duygularını yönetebilmesi, arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi ve sosyal ortamlara uyum sağlayabilmesi en az ders başarısı kadar belirleyici. Bir öğrenci dikkatle dinliyor, saygılı bir şekilde konuşuyor ve grup çalışmalarında sorumluluk alıyorsa bu becerileri iyi gelişmiş demektir.
Buna paralel olarak, öz yönetim becerileri de öne çıkar. Yani öğrencinin stresini kontrol etmesi, dikkatini toparlaması, ödevlerini zamanında yapması ve dikkat dağıtıcılara direnebilmesi. Bu yönleri güçlü olan öğrenciler daha disiplinli, daha dirençli ve uzun vadeli başarıya daha yatkındır.
Şimdi düşünelim: Ortaokul yılları… Yani 11–14 yaş arası. Kimi çocukta ergenlik belirtileri 5. sınıfta başlar, kimi 7. sınıfta. Beden değişir, duygular dalgalanır, kimlik arayışı yoğunlaşır. İşte bu dönemde sadece sınavlara, notlara odaklanmak çocuğun diğer gelişim alanlarını görmezden gelmek demektir.
Asıl mesele kendini kazanmak.
Ortaokul, bir gencin “Ben kimim?” sorusuna ilk kez samimi cevap aradığı, arkadaşlıkların hayatın merkezine oturduğu, duyguların dalgalı ama çok öğretici olduğu yıllardır.
İşte bu yüzden, sosyal-duygusal becerilere yatırım yapmak, çocuğunuza yalnızca derslerde değil, hayatta da güç kazandırır. Onu hem liseye hem de hayata hazırlar. Çünkü asıl mesele sınavı kazanmak değil, kendini kazanmak.
Bora Serhat Çelik
YKS tercih dönemi, gençlerin yalnızca akademik geleceğini değil, aynı zamanda yaşam biçimini ve kariyer yönünü de şekillendiren kritik bir süreçtir. Bu dönemde doğru verileri okumak, başarı sıralamasını dikkate almak ve tercihlerde bilinçli davranmak büyük önem taşır.
Başarı Sıralaması Puandan Daha Güvenilir
Puanlar yıldan yıla değişebilir. Ancak başarı sıralaması, tercih döneminde en güvenilir göstergedir. Adayların tercih listesini oluştururken puanlara değil, başarı sıralamalarına odaklanmaları gerekir. Bunun için son yılların yerleştirme sonuçlarını incelemek en sağlıklı yoldur.
Tercih Listesi Nasıl Hazırlanmalı?
Liste mutlaka istek sırasına göre hazırlanmalı.
“Nasıl olsa gelmez” denilen bölümler yazılmamalı.
Her tercih, kazanıldığında gidilmeye hazır olunan bir bölüm olmalı.
İlk sıralarda hayal edilen bölümler, orta kısımda sıralamaya yakın programlar, son sıralarda ise yerleşme ihtimali yüksek ama yine de istekli olunan seçenekler bulunmalı.
Kontenjan ve Eğilimleri Dikkate Almak
Kontenjanlarda yaşanan artış ya da azalışlar sıralamalarda önemli değişikliklere neden olabilir. Bu nedenle tercih yaparken kontenjan değişimlerini, adayların eğilimlerini ve bölümlerin gelecekteki meslek karşılıklarını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Üniversite Sadece Akademik Değildir
Üniversite seçimi yapılırken yalnızca sıralama ve puan değil; bölüm içerikleri, ders yapısı, mezuniyet sonrası iş olanakları, üniversitenin sosyal imkanları, öğrenci kulüpleri ve barınma koşulları da değerlendirilmelidir. Üniversite yalnızca akademik bir yolculuk değil, aynı zamanda sosyal ve kişisel gelişim sürecidir.
İki Yıllık ve Dört Yıllık Programlar
Tercih döneminde yalnızca dört yıllık programlara odaklanmak doğru değildir. İki yıllık programların da birçok alanda güçlü kariyer fırsatları sunduğu unutulmamalıdır. Önemli olan programın süresi değil, adayın hedeflerine uygunluğu ve sağlayacağı tatmin düzeyidir.
Ek Yerleştirmeye Güvenmek Risklidir
Ek yerleştirme süreci, genel yerleştirmedeki kadar geniş imkanlar sunmaz. Bu nedenle tercih listesi hazırlanırken ek yerleştirmeye bel bağlanmamalı, ilk tercih döneminde bilinçli ve dengeli bir liste oluşturulmalıdır.
Aile – Öğrenci İletişimi
Tercih sürecinde öğrencinin hayalleri ile ailenin beklentileri bazen örtüşmeyebilir. Karar sürecinde çatışma yaşanmaması için karşılıklı anlayış ve sağduyu büyük önem taşır. Bu dönem, gençlerin bireyselleşme ve sorumluluk alma sürecinin bir parçasıdır.
Bilgi Kirliliğine Karşı Dikkat
Tercih döneminde en sık yapılan hatalardan biri, sosyal medya yorumları veya kulaktan dolma bilgilerle hareket etmektir. Bunun yerine güvenilir kaynaklardan veri almak ve rehberlik desteği almak en doğru yaklaşımdır. Ayrıca adayların tercihlerini ÖSYM Aday İşlemleri Sistemi (AİS) üzerinden kaydettikten sonra “tercih onaylama” adımını tamamlamaları gerekir.
Bora Serhat Çelik
Eğer çocuklarımızın 21. yüzyılın becerilerini kazanmasını önemsemiyorsak, çocuk yetiştirmekten söz etmeyelim. Çocuğun yemeği, giysisi, temizliği ve barınması elbette gereklidir; ancak bunlar yalnızca “bakım”dır. Asıl mesele, onları çağın ihtiyaçlarına uygun bireyler olarak yetiştirmektir.
21. Yüzyıl becerilerinin birçoğu geçmiş yüzyıllar için de geçerliydi. Fakat bugünün farkı, toplumlar ve insanlar arasındaki etkileşimin hiç olmadığı kadar hızlı, yoğun ve güçlü olmasıdır.
Gelecek eskisi kadar öngörülebilir değil.
Finansal okuryazarlık, medya ve dijital okuryazarlık herkes için şart hale geldi.
Esneklik, uyum, girişimcilik, öz yönelim, eleştirel düşünme ve kültürler arası farkındalık artık lüks değil, zorunluluktur.
Ekonomi dünyası talep ediyor diye değil, çocuklarımız kendi ayakları üzerinde durabilsin, başkalarının da ayağa kalkmasına destek olabilsin diye onları bu becerilerle donatmalıyız. Eğitim, yalnızca akademik başarı değil, yaşamın kendisinde güçlü durmayı öğretmelidir.
Gündelik hayatın içindeki küçük deneyimler bile büyük öğrenme fırsatları sunar. Örneğin kurabiye pişirmek:
Girişimcilik ve risk alma: Kurabiye pişirmeye karar vermek.
Bilgiye ulaşma: Tarifi YouTube’dan bulmak.
Planlama: Malzemeleri hazırlamak.
Kaynak yönetimi: Hamuru yapmak.
Zaman yönetimi ve veri okuma: Fırını ayarlamak.
Sosyal beceriler: Kurabiyeleri paylaşmak, teşekkür etmeyi bilmek.
Yönetim: Mutfağı babaya temizletmek 😉
Kısacası, hayatın içindeki her deneyim bir eğitim fırsatıdır.
Çocukların öğrenmesi için liseyi ya da üniversiteyi bitirmelerini beklemeyelim. Onların hayata karışmasına, hata yapmasına, sorumluluk almasına izin verelim. Çünkü gerçek eğitim; sınavların, sistemlerin ve bahanelerin ötesinde, hayatın tam ortasında gerçekleşir.
Eğitim, içinde bulunduğumuz zamanı anlamamızı, geleceği öngörmemizi ve yaşamımızın geri kalanına hazırlık yapmamızı sağlar. Peki, bu “eğitim” kimin işi? Sadece okulların ve öğretmenlerin mi? Üstelik, pek ama pek çoğu çağın ihtiyaçlarına ayak uyduramayan kurumlar değil mi bunlar?
21. Yüzyılda mesele yalnızca iş bulmak ya da kariyer sahibi olmak değildir.
Mesele, ülkemizin ve dünyanın yarına kalabilmesiyle ilgilidir.
Ekonomi, çevre, güvenlik, barış, yoksulluk, sağlık, göç, teknoloji, ekoloji, su kaynakları, tarım ve sürdürülebilirlik gibi alanların tamamı “insan” ile ilgilidir.
Dolayısıyla toplumda etki üreten herkes – politikacılardan öğretmenlere, işletmecilerden ebeveynlere – bu çağın insanını yetiştirmekten sorumludur.
Eğitim, sadece “yarının büyüklerini” yetiştirmek değildir. Hayat boyu öğrenme artık bir zorunluluktur.
5 yaşındaki bir çocuk aldığı oyuncağın ya da giysinin doğaya su, enerji ve kimyasal maliyeti olduğunu öğrenmelidir.
75 yaşındaki bir birey ise evinde çıkan atıkları dönüştürmek için yeni davranışlar kazanmalıdır.
Çağın insanı olmak, çocukluktan yaşlılığa kadar herkesin öğrenmeye ve değişime açık olması demektir.
Günümüz eğitiminin merkezinde 21. yüzyıl becerileri yer alıyor:
Eleştirel düşünme
Yaratıcılık
Problem çözme
Dijital okuryazarlık
İşbirliği ve iletişim
Duygusal zekâ (SEL – Sosyal Duygusal Öğrenme)
Bu beceriler, yalnızca akademik değil; kariyer planlaması, sosyal yaşam ve kişisel gelişim için de kritik öneme sahiptir.
Geleceği şekillendirecek en önemli unsur insanın kendisidir. Eğitim; sürdürülebilir bir dünya için bilinçli bireyler yetiştirmeli, herkesin çağın ihtiyaçlarına cevap verecek beceriler kazanmasını sağlamalıdır. Benim için bu konu uzun soluklu bir yolculuk. Bu sayfayı da bu yüzden ayırdım. Ara sıra uğrarsanız, bu konuda paylaştığım yeni düşünceleri ve önerileri bulabilirsiniz.
Çağın ihtiyaç duyduğu insanın niteliklerini tanımlayan 21. yüzyıl yetkinlikleri, eğitim dünyasının en popüler kavramlarından biri. Müfredatları, öğretim yöntemlerini, ölçme-değerlendirme süreçlerini ve öğretmen yeterliliklerini şekillendiren bu yaklaşım, ebeveynler için de yeni sorumluluklar doğuruyor. Çünkü eğitim yalnızca okulun bahçe duvarlarının içinde gerçekleşen bir süreç değil; ailede başlayan ve hayat boyu süren bir yolculuktur.
Bir çocuğun ilk öğretmenleri ailesidir. Çocuğun çocukluk çağındaki en güçlü rol modelleri yine anne-baba ve aile büyükleridir. Bu yüzden ebeveynlerden alan uzmanı olmaları beklenmez ama çocuk yetiştirme konusunda eğitimci bakış açısına sahip olmaları çok önemlidir. Burada kastedilen şey; her anne-babanın profesyonel bir öğretmen gibi davranması değil, çocuklarına yaklaşırken doğru tutumlar geliştirmeleridir.
Her anne-baba çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik doğal bir ilgi taşır. Ancak bu ilgi artık yeterli değil. Bugünün dünyası, çocuklarını geleceğe hazırlayan ebeveynlerin sadece ilgili değil, aynı zamanda bilgili yani B+ilgili olmasını gerektiriyor.
Küreselleşen dünyada ekonomik gelişmeleri, bilginin çoğalma hızını ve mesleklerin değişimini düşününce bu fark daha net görülüyor. Örneğin, yapılan öngörülere göre bugünkü mesleklerin %65’i 2030–2040 yıllarında var olmayacak. Bunun yerine adını bile bilmediğimiz yeni meslekler doğacak. Çocukların geleceğini şekillendirmede rehberlik edecek anne-babaların zamanı okuyabilmesi, onlara önemli bir avantaj sağlayacaktır.
“Peki, anne-babalar yeni nesil ebeveyn nasıl olur?” sorusunun yanıtı yine bir 21. yüzyıl becerisinde saklıdır: Yaşam boyu öğrenme. Çocuklarımızın geleceğini anlamak, onları yönlendirmek ve desteklemek için biz ebeveynler de öğrenmeyi bırakmamalıyız.
Bu yolculuğa başlamak için ilk adım, internette ve sosyal medyada 21. yüzyıl becerileri, yaşam boyu öğrenme, çocuk gelişimi gibi konuları araştırmak olabilir. Bilgiye açık olmak, çağın ebeveyni olmanın ilk koşuludur.
Ortaokul Yılları: Geleceğin Anahtarı Sadece Akademik Başarı Değil, Sosyal-Duygusal Gelişimdir.
Başarılı sonuçlar… İster sınav sonucu olsun ister huzurlu bir aile yaşamı, ister parlak bir kariyer… Hepimiz biliyoruz ki hayatımızda bir şeyleri yukarı taşıyan önemli bir kaldıraç iyi eğitim. Ama bir yanılgıya düşmemek lazım: Eğitimi sadece sınav başarısıyla sınırlarsak yanılırız. Çünkü yüksek test puanları, hayatta her şeyin yolunda gideceği anlamına gelmez.
Ama şunu biliyoruz: Sosyal-duygusal becerileri gelişmiş bir insanın, ailesinde de mesleğinde de daha mutlu ve başarılı olduğu defalarca araştırmalarla kanıtlandı.
Bir öğrenci için de durum farklı değil. Çalışmalar, sosyal ve duygusal açıdan güçlü olan öğrencilerin ders başarısının da yüksek olduğunu söylüyor. Bu şaşırtıcı değil aslında. Çünkü sosyal-duygusal beceriler dediğimiz şeyin içinde neler var? Duygularını yönetmek, arkadaşına gerektiğinde “hayır” diyebilmek, sorumlu karar almak, yaptığı seçimin sonucunu üstlenmek… Bunların hepsi zaten ders başarısına da hizmet ediyor.
Biraz daha yakından bakalım:
Sebat etmek, yani zorlandığında pes etmemek.
Dayanıklılık, yani düştüğünde tekrar ayağa kalkmak.
Uzun vadeli hedefler koymak ve onları küçük adımlarla takip etmek.
Haz erteleyebilmek, yani o anda cazip gelen ekranlara, oyunlara “dur” diyebilmek.
Bunların hepsi sosyal-duygusal becerilerle ilgili. Ve bunlar olmadan kalıcı akademik başarı mümkün değil.
Sosyal Beceriler Neden Bu Kadar Önemli?
Uzun yıllar boyunca akademik başarı sadece “IQ” ya da bilişsel kapasiteyle ilişkilendirilirdi. Ancak araştırmalar gösteriyor ki, öğrencinin duygularını yönetebilmesi, arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi ve sosyal ortamlara uyum sağlayabilmesi en az ders başarısı kadar belirleyici. Bir öğrenci dikkatle dinliyor, saygılı bir şekilde konuşuyor ve grup çalışmalarında sorumluluk alıyorsa bu becerileri iyi gelişmiş demektir.
Buna paralel olarak, öz yönetim becerileri de öne çıkar. Yani öğrencinin stresini kontrol etmesi, dikkatini toparlaması, ödevlerini zamanında yapması ve dikkat dağıtıcılara direnebilmesi. Bu yönleri güçlü olan öğrenciler daha disiplinli, daha dirençli ve uzun vadeli başarıya daha yatkındır.
Şimdi düşünelim: Ortaokul yılları… Yani 11–14 yaş arası. Kimi çocukta ergenlik belirtileri 5. sınıfta başlar, kimi 7. sınıfta. Beden değişir, duygular dalgalanır, kimlik arayışı yoğunlaşır. İşte bu dönemde sadece sınavlara, notlara odaklanmak çocuğun diğer gelişim alanlarını görmezden gelmek demektir.
Asıl mesele kendini kazanmak.
Ortaokul, bir gencin “Ben kimim?” sorusuna ilk kez samimi cevap aradığı, arkadaşlıkların hayatın merkezine oturduğu, duyguların dalgalı ama çok öğretici olduğu yıllardır.
İşte bu yüzden, sosyal-duygusal becerilere yatırım yapmak, çocuğunuza yalnızca derslerde değil, hayatta da güç kazandırır. Onu hem liseye hem de hayata hazırlar. Çünkü asıl mesele sınavı kazanmak değil, kendini kazanmak.
Bora Serhat Çelik